1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Papa ve Sarkozy'den laiklik ittifakı

Kayhan Karaca/Paris 14 Eylül 2008

Papa'nın ziyaretinin başında Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin "pozitif laiklik" kavramını yeniden gündeme getirmesi, Papa'nın da buna destek vermesi, ülkede laik çevrelerin tepkisine neden oldu. Kayhan Karaca'nın yorumu:

https://p.dw.com/p/FI3D
Papa'nın dört günlük Fransa ziyareti yarın sona eriyor
Papa'nın dört günlük Fransa ziyareti yarın sona eriyorFotoğraf: AP

Papa Paris'e gelişinde Nicolas Sarkozy ve eşi Carla Bruni Sarkozy tarafından kırmızı halılarla karşılandı. Katolik aleminin boşanma karşıtı ruhani liderinin daha önce boşanmış Sarkozy ve eşi tarafından karşılanması pek çok kişinin gülümsemesine neden oldu. Katolik kilisesinin şatafatlı, gösterişli yaşama karşı tutumu da biliniyor. Sarkozy ise ülkesinde şatafatlı yaşamıyla eleştirilmekte. Bu da Fransa'da medya tarafından pek dile getirilmese de ziyaret sırasında sokaktaki vatandaşın dilinden düşmedi.

Papa bu gözlerden kaçmayan ayrıntılara rağmen Sarkozy'nin şahsında kendisine laikliğin kalesi olarak bilinen ülkede çok önemli bir müttefik bulmuşa benziyor. Laiklik kavramının yaratıldığı ve 1905 yılından bu yana fiilen uygulandığı Fransa'da, bu kavramın bekçisi olmakla görevli şahsın "pozitif laiklik" adını verdiği yeni bir kavram ortaya atması, laikliği her fırsatta sorgulatmaya çalışan Vatikan açısından büyük bir zafer olarak yorumlanabilir.

Sarkozy Paris'te Elysee Sarayı'nda Papa'nın huzurunda yaptığı konuşmada pozitif laikliği "dinleri dışlayan ve dinlerden şikayetçi olan değil, dinlere saygı duyan, onlarla diyalog kuran, hatta bütünleştiren" bir kavram olarak tanımladı. Papa da Sarkozy'ye verdiği yanıtta pozitif laikliği "güzel deyiş" olarak niteledi. Dahası laikliğin "gerçek anlamı ve önemi üzerine düşünmenin zamanı geldiğini" söyledi. "Din ile politika arasında ayrım yapılsın ama dinin bilinçlerin oluşmasındaki yeri doldurulamaz, bu dikkate alınsın, din toplumda temel etik bir uzlaşının yaratılmasında rol oynasın" mesajı verdi. Paris'te Bernardins Manastırı'nda 600'den fazla Fransız aydınına yaptığı konuşmada, "Bilimsel değil diye pozitivist kültürün Tanrı konusunu sübjektif alana itmesi aklın sonu, hümanizmin başarısızlığı olur. Avrupa kültürünü kuran, Tanrı'yı arayış ve O'nu dinlemeye hazır olma bugün de tüm gerçek kültürün temelini oluşturmaktadır" dedi.

Papa'nın bu görüşleri dile getirmesi, elbette sürpriz değil. 2006 yılında Vatikan'da yeni Fransız elçisini kabulünde yaptığı konuşmada da, Kilise'nin toplumsal yaşamda daha fazla rol oynaması gerektiğini açık ve net olarak dile getirmişti. Ancak Sarkozy'nin pozitif laikliğin diyalog, hoşgörü ve saygı olduğunu savunması, ciddi tartışmalar yaratabilir, yaratmaya başladı da.

Aslında Sarkozy'nin ortaya attığı kavram, çelişkilerle dolu. Her şeyden önce Fransa'da dinin toplumdaki konumuna bakalım: Fransız Katolik Kilisesi verilerine göre bugün ülkede halkın yüzde 65'i Katolik, yüzde 27'si dinsiz, yüzde 3'ü Müslüman, yüzde 2'si Protestan, yüzde 0,6'sı Yahudi, yüzde 2,4'ü ise diğer dinlere mensup. Kendini 'Katolik' olarak tanımlayanların sadece yüzde 5'i dininin vecibelerini düzenli yerine getirdiğini söylerken, yüzde 10'u arada bir yerine getirdiğini belirtmekte. Geri kalan yüzde 50 ise inanç sahibi olduğunu belirtmekle birlikte günlük hayatta dinini hiç yaşamadığını söylüyor.

Papa'nın Fransa ziyareti sırasında özellikle gençlere hitaben "Dine angaje olmaktan korkmayın, Hz. İsa'nın yolundan gidin" çağrısında bulunmasının perde arkasında yatan gerçek de bu. Kilise, tüm Avrupa'da olduğu gibi Fransa'da da kan kaybediyor. Fransa'da vaftizler 80'li yıllardan bu yana düşüşte. 1997'de 415 bin olarak kaydedilen vaftiz töreni, 2006'da 344 bine geriledi. Katolik Kilisesi'nin tüm "telkinlerine" rağmen her iki çocuktan biri evlilik dışı doğuyor. Boşanma oranı düzenli artışta, doğum kontrol ve kürtaja karşı çıkanların sayısı da yok denecek kadar az. Kadınlar cinselliklerini, büyük ölçüde laiklik sayesinde, diledikleri gibi yaşayabiliyorlar.

Sarkozy işte böyle bir toplumsal çerçevede, yani halkın ezici çoğunluğunun Vatikan'ın savunduğu yaşam felsefesinden çok değişik bir gerçek yaşadığı bir ortamda pozitif laiklik kavramını savunuyor. Bu birinci çelişki.

Pozitif laiklik kavramından, Fransa'da 100 yıldan fazla bir süredir uygulanmakta olan laiklik anlayışının hoşgörüsüz, saygısız ve dinleri dışlayan, inkar eden bir anlayış olduğu sonucu da çıkıyor ister istemez. Bu da ikinci çelişki. Zira laiklik kavramı, dinleri dışlamak değil, inanç özgürlüğünü güvence altına almak için yaratılmış bir kavram. Eğer bugün Yahudiler, Müslümanlar ve diğer dinlere mensup bireyler, Avrupa topraklarında dinlerini özgürce yaşayabiliyorlarsa, bunu büyük ölçüde laikliğe borçlu değiller mi? Vatikan'ın yakın geçmişte Yahudilere yönelik tutumu kimse için sır değil. Herhalde bu gerçeği, Yahudi oldukları gerekçesiyle ataları Avrupa'da sürgünden sürgüne gönderilen Sarkozy'den iyi kimse bilemez.

Fransa'daki laik çevreleri ayağa kaldıran ayrıntı da burada. Laikler, Sarkozy'nin, Vatikan'ın da tasdikiyle laikliği sulandırmak istediği kanısındalar. Laikliğin pozitifi veya negatifi olmayacağını, laikliğin laiklik olduğunu söylüyorlar. Laiklik kavramının önüne sıfat yerleştirilmesini endişeyle karşılıyorlar. Laikliğe yeni anlam kazandırma girişimini protesto eden laik parti ve sivil toplum kuruluşları, Papa'nın Fransa ziyareti sırasında başta Paris olmak üzere ülkenin dört bir yanında etkinlikler düzenlediler, bildiriler yayımladılar.

Sarkozy'nin Papa'yı ağırlama şekli de devlet protokolünü altüst eder nitelikteydi ve dinin kamusal alandaki yeri konusunu tartışmaya açtı. Bu da üçüncü bir çelişki. Sarkozy, Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Fransız Anayasası'nın en önemli unsurlarından olan laiklik ilkesini savunmakla, yani dinlere eşit mesafeyle yaklaşmakla, dinlere karşı nötr olmakla yükümlü. Halbuki Papa'ya gösterilen ilgi bu konuda soru işaretlerine neden oluyor. 'Madem pozitif laiklik dinlerle diyalog demek, o halde Papa'ya gösterilen ilgi neden Ortodoks Patriği Bartholomeos'a ya da Budist aleminin ruhani lideri Dalay Lama'ya gösterilmiyor?' diye soranlar var.

Bugün Avrupa’da iki tip laiklik anlayışı hakim; Birincisi, dinin, ya milli din ya da dini vergi/sübvansiyon biçimleriyle resmi statüye sahip olduğu ülkeler grubu. Büyük ölçüde Kuzey ve Doğu Avrupa ülkelerinden oluşan bu grupta son yıllarda laiklik açısından önemli gelişmeler yaşanıyor. İsveç’te Luther Kilisesi 2000 yılından bu yana devletle ilişkisini kesmiş durumda. Finlandiya’da piskoposların cumhurbaşkanı tarafından tayin edilmelerine son verildi. İngiltere’de ise laik çevreler piskoposların Lordlar Kamarası’nda yer almasına karşı çıkmaktalar.


Diğer kategoriyi oluşturan Güney Avrupa’da ise Katolik Kilisesi’nin etkinliği azalmakla birlikte sürüyor. İspanya'da Anayasa “devlet dini yoktur” dese de, Katolik Kilisesi diğer dinlere oranla devletten “imtiyazlı muamele” görüyor. Bu ülkede Katolik Kilisesi’nin finansmanı 1979 yılından bu yana hükümetler ve Piskoposlar Konferansı arasındaki anlaşmalarla belirlenmekte. 2006 yılında varılan son anlaşma, bugüne kadar KDV’den muaf olan kilisenin bundan böyle bu vergiyi ödemesini, buna karşılık, vergi mükelleflerinin, ödemekle yükümlü oldukları gelir vergilerinin yüzde 0,7’sini -eğer isterlerse- Katolik Kilisesi’ne aktarabilmelerini sağlıyor. Bu oran eskiden yüzde 0,52 idi. İspanyolların yüzde 33’ünün gönüllü olarak yaptığı bu katkının geçen yıl Katolik Kilisesi’ne yaklaşık 153 milyon Euro gelir getirdiği söylenmekte. İspanya’daki anketler, halkın yüzde 77’sinin kendisini 'Katolik' olarak tanımladığını, uygulamada Katolik olanların ise nüfusun yüzde 24’ünü geçmediğini gösteriyor.

İtalya’da da benzer bir uygulama mevcut. Bu ülkede Vatikan ile devlet arasındaki ilişkiler, temeli 1929 yılına dayanan ve 1984’te güncelleştirilen bir anlaşmayla yürütülüyor. İtalya’da vergi mükellefleri, diledikleri takdirde, ödemekle yükümlü oldukları gelir vergisinin yüzde 0,8’ini kiliseye bağışlayabiliyorlar. Devlet, sözleşmeli ana ve ilkokulların finansmanını sağlıyor. Bu okullardaki 15 bin din öğretmeni de, devlet memuru statüsüne sahip. 60 milyonluk İtalya’da 52 milyon kişi Katolik olduğunu söylese de, uygulamada Katolik olduğunu beyan edenlerin sayısı 15 milyonu geçmiyor.

Fransa’da ise durum biraz farklı. Voltaire'in ülkesinde 1905 yılında yürürlüğe giren Laiklik Yasası, devletin hiçbir dini tanımadığını, finansal destek sağlamadığını ve dini personel istihdam etmediğini belirtiyor. Fransa’da sadece Almanya sınırındaki Alsace bölgesi bu konuda istisna oluşturmakta. Kamu sübvansiyonu almak isteyen dini okulların (Hristiyan ve Musevi) öğrencilere din derslerini mecbur kılması da yasak.

Din konusunda Avrupa’nın en ilginç ülkelerinden biri ise Çek Cumhuriyeti. Avrupa’da “dindarlığın en az olduğu ülke” ünvanına sahip. Halkının yüzde 40’ı 'ateist' olduğunu söylüyor. Yaklaşık 10,2 milyon nüfusu olan bu Orta Avrupa ülkesinde 2,7 milyon kişi kendisini 'Katolik' olarak tanımlıyor. Çek Cumhuriyeti’nde şu anda, eski rejimin 1989 öncesi el koyduğu kilise mallarının iade ya da tazmin edilmesi tartışılmakta. Faturanın devlete yaklaşık bedeli ise 10 milyar Euro’nun üzerinde.