İnanıcı: İdam referandum konusu olamaz
18 Nisan 2017Türkiye'de yaşananlara farklı bir pencereden bakan, yazılarına tarihsel bir perspektifin yanı sıra zengin hukuk birikimini yansıtan Haluk İnanıcı ile Türkiye'deki referandumun ardından yaşanan gelişmeleri, Türk toplumunun geleceğine etkilerini, idam cezası tartışmalarını, Türkiye ile Avrupa arasındaki ilişkilerin geleceğini konuştuk.
En son çıkan "Aşkın Yedi Menzili” adlı romanının söyleşi etkinliğine katılmak üzere Berlin'e gelen yazar ve avukat Haluk İnanıcı’ya yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle:
Anayasa değişiklikleriyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti döneminin sona erdiği, yeni bir dönemin başladığı görüşüne katılıyor musunuz?
Katıldığımı söyleyemem. Toplumumuzda bir ayrışma, parçalanmadan söz edebiliriz. Ama türlü olumsuzluk, yeni olumlu gelişmelere namzet, tarih bize bunu gösteriyor. Bu topraklarda bugünkü kızgınlık ve kırgınlıkla mukayese edemeyeceğimiz kadar kötü, insanların birbirlerini yok ettikleri dönemler yaşandı. Ama o dönemlerden bile güzel birliktelikler yaratılabildi. Bu çatışma ortamından, belki bugüne kadar konsensüs ile kurulamamış birliktelikler kurulabilir. Cumhuriyeti kuranlarla konsensüs oluşturulamadığı iddiası iktidarda olan kanadındır. Doğruluk yanı da olabilir. Ama her çatışmada bir toplumun bir arada nasıl duracağı sorusu da gündemdedir. Soruyu sorduğumuz müddetçe birlikte yaşama ortamını yeniden yaratabileceğimizi düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı referandum sonucuna ilişkin yaptığı konuşmada "Türkiye 200 yıllık kadim bir tartışma konusu olan yönetim sistemi konusunda tarihi bir karar vermiştir” dedi. 200 yıllık derken Osmanlı’da başlayan Batılılaşma süreciyle bir hesaplaşmayı mı ifade ediyor sizce?
Bunu Osmanlı orduları yenilmeye başladığı dönemde ‘Prusya orduları nasıl bu kadar güçlü olabiliyor' diye inceleme heyetleri gönderen padişahlardan beri, Batılılaşma çabasına karşın maruz kalınan bir takım politik davranışlara karşı bir sitem olarak algılamak lazım. 4 asırdır Batılılaşma sürecinde büyük adımlar atmış bir toplumun öyle bir günde Batı’dan vazgeçip Doğu'ya dönmesi mümkün değil. AKP tabanının tamamıyla Batı düşmanı olduğuna inanmıyorum. Bunlar çatışmacı ortamının duygusal reaksiyonları gibi görülebilir. Bir de Doğu'da nereye dönülecek?
Türkiye Batı ile Doğu arasında tercih yapmak, bir yere dönmek zorunda mı?
Beni 13'üncü asır ile ilgili bir roman yazmaya iten sebeplerden birisi de bu. Batılılaşma o dönem başlıyor. Doğu İmparatorluğu olan Bizans, temeli Endülüs'e dayanan Haçlılarla temas ediyorsunuz. O da Doğu. Şimdi Batı dediğiniz yerin en Batı’sı aslında Endülüs uygarlığını düşündüğünüzde 700-800 yıllık bir İslam uygarlığı. Batı dediğimiz Rönesans reform hareketlerinin altında Endülüslü büyük âlimler, arifler yatıyor. Doğu'ya dönmek benim romanımda bahsettiğim İslam'ın akılcı döneminin irfanına dönmek ise bu aynı zamanda Batı’ya dönmek demektir. Çünkü onun yükseliş dönemi Endülüs. Anadolu kendi başına uygarlıklar beşiği olan bir coğrafi bölge, insanlığa düşünme ufku açan okulların en büyükleri bu topraklarda doğmuş. İstanbul'da, Antakya'da, Urfa'da Süryani okullarında doğmuş. Uygarlığın beşiği, kaynağı zaten bizim ülkemiz. Yeter ki bunları keşfedelim. Bu çatışmacı ortamın arkasından, birleştirici kavramları inşa ederek daha güzel, daha adil bir toplum kurma imkânımız var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın idam cezasını gündeme getirmesinin olası bir erken seçim için dağılmış oyları konsolide etme hedefi kadar ideolojik bir nitelik taşıdığı görüşü de var. Türkiye'nin Batı ile tüm bağlarını kesebilecek bir hamle. Batı’ya karşı sert sözlü üslup ve idam aynı sürecin halkaları olabilir mi?
Batı dediğimiz devletlerle birlikte Avrupa Konseyi'ni kurduk, kurucu ülkesiyiz. Bizim idam cezasını geri getirmemiz demek, kurucusu olduğumuz konseyin dışına atılmamız demektir. Ben bu konunun da gündelik politika, etkileyici bir figür olarak kullanıldığını düşünüyorum.
Peki idam cezası referanduma götürülebilir mi?
İdam cezası referandum konusu olamaz. Gelişmiş uygarlığın benimsediği evrensel hukuk kurallarına göre insan haklarına aykırı, ‘şu insanları öldürelim mi?' diye nasıl referandum yapamazsanız ‘idam cezası getirelim mi?' diye de referandum yapamazsınız. Toplumun yüzde 51'i asalım keselim diye karar veremez. Yapılan şeyin adı başka bir şey olur. O hukuk olmaz. Dilin çatışma terimleriyle kuşatıldığı dönemlerde söylenen her şeyi tartışmak yerine soğukkanlı izlemek gerekiyor…
Sağduyulu olma, olgunluk gösterme sorumluluğu topluma mı düşüyor?
Çatışmacı dilin egemen olduğu ve sürdüğü toplumlar ayakta kalamaz. Çatışmacı dili hoşgörü sınırları içerisine çekemezseniz çatışmacı dil bir süre sonra çatışmacı hareketlere dönüşür. Çatışmacı hareketler de toplumu parçalar. Tarih bize bunu öğretti. Ben iktidar partisi dâhil tavır değişikliğine gidebileceğini, dilin insanları bir arada tutabilecek bir atmosfere dönüştürülebileceğini düşünüyorum. Aksi haldi bindiğimiz kayığı delmek anlamına gelecektir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bu süreç ne kadar sürdürülebilir?
Sürdürülemez. Mevcut iktidar partisinin de bir kitlesi var. Türkiye, 800-900 milyar dolara ulaşan gayrisafi milli hasılasıyla dünyadaki sistemlere entegre olmuş büyük bir devlet. Seçim, referandum dönemlerinde bu çatışmacı dilin yükselmesini anlıyoruz ama sürekli bir yüksek tansiyonla nasıl bir insan yaşayamazsa Türk toplumu da yaşayamaz. Türk toplumunda yüksek tansiyon hastalığı var. Bu yüksek tansiyonu kontrol altına almada en büyük görev iktidara düşüyor. Eğer toplum yönetilemez hale gelirse yönetemeyenler kendileri olacaktır.
Adil ve özgür bir ortamda gerçekleşmediği söylenen, toplumun ikiye bölündüğü bir referandumla ilgili meşruiyet sorunu olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Olağanüstü hal var, çatışmacı, korkutucu bir dil var ve siz insanlara bir soru soruyorsunuz. İnsanlar kanaatlerini gerçekten vicdani kanaat olarak mı ilettiler? Bugün adil bir referandum olduğunu kimse ileri süremez. Batılı bütün kurumlar açıklıyor. Bu Batı’nın düşmanlığı kavramlarıyla açıklanacak şeyler değil. Batı’nın başka kanaatlerinde yanlışlıklar olabilir, AB'nin başka konularda ikiyüzlülük yaptığını söyleyebiliriz ama adil olduğuna inanılmasını bekliyorsanız olağanüstü rejim altında seçim, referandum yapmayacaksınız. Bu gelişmiş demokratik dünyanın siyasi ilkelerinden biri. Bence bu konu da biz ne söylersek söyleyelim halimiz pür melalimiz budur.
Anayasa ve kanunların uyulmadığı, uyulmamasının da herhangi bir denetimi, yaptırımı olmadığı eleştirileri gündemde. Hukuk devletinin ortadan kalktığı, yargısal denetimden sorumlu kurumların işlevlerini yitirdiği ifade ediliyor… Siz ne diyorsunuz?
Şu anda yargı kendini sürdüremez durumda, dışardan müdahaleler had safhada. İnsanlar şu anda hak arama kurumunda hak arayamayacağını hissediyor ama buna çare bulunamayacağını hissederse, bu sorun birlikte toplum olma idealini de zedeler.
Peki çözüm nedir?
Şu anda toplumun yargı dâhil tüm siyasi sorunlarının çözüm yolu bu Anayasa değişikliğini bir kenara koyarak, daha önce yapıldığı gibi bir Anayasa uzlaşması çalışmasının başlatılmasıdır. Türkiye'nin 200-300 yıllık siyasi aklı bunu hayata geçirebilecek gücü ve olgunluğu taşıyor. Türkiye bu akla sahiptir.
Siz yeni bir toplumsal uzlaşı arayışı olacağını mı düşünüyorsunuz?
Önümüzdeki iki yıl içerisinde ‘Evet bir Anayasa yaptık, üç maddesi uygulanıyor ama ötekiler de Demokles'in kılıcı gibi duruyor kenarda' denilerek yeni bir mutabakatla, kuvvetlerin birbirini denetlediği, toplumun kendisini yönetebildiği bir demokratik toplum yeniden inşa edilebilir. Hukukun bugünkü tahrip olmuş, çürümüş haline ancak bu yolla çözüm bulunabileceğini düşünürüm.
© Deutsche Welle Türkçe
Değer Akal