Hanau: "Her ölüm acıdır ama böylesinin tarifi yok"
17 Şubat 2021"30 yaşına gelmiş bir çocuğunun katledilmesi, canının alınması, yedi kat yerin altına konması bir anne-baba için ne demektir? Anca evladını kaybeden bilir bunu. Her ölüm acıdır ama böylesinin tarifi yok."
Emiş Gürbüz, tam bir yıldır yüreğinde taşıdığı acıları işte bu sözlerle dile getiriyor.
Oğlu Sedat Gürbüz, Hanau'da 19 Şubat 2020'de ırkçı katil Tobias R. tarafından düzenlenen silahlı saldırılarda katledilen dokuz genç insandan biriydi.
O akşam kentteki La Votre, Midnight ve Arena adlı nargile kafelere polis kayıtlarına göre yaklaşık beş dakika arayla düzenlenen silahlı saldırılarda Sedat Gürbüz ile birlikte, Gökhan Gültekin, Ferhat Unvar, Fatih Saraçoğlu, Vili Viorel Păun (Romanyalı), Kaloyan Velkov (Bulgar), Hamza Kurtović (Bosnalı), Said Nesar Hashemi (Afganistanlı) ve Mercedes Kierpacz (Polonyalı) hayatlarını kaybetti.
Ölenlerin en genci 21, en yaşlısı 37 yaşındaydı.
Serpil Temiz Unvar, saldırılarda 22 yaşındaki oğlu Ferhat Unvar'ı yitirdi.
Şimdi karşımda, oğlunun da fotoğrafının olduğu tablonun önündeki koltukta oturuyor.
"Bir yıldır yaşamınızda neler değişti?" diye soruyorum.
"Aslında değişmeyen ne kaldı ki?" diyor ve devam ediyor:
"Daha önce bizim de normal bir yaşantımız vardı. Her insanın hayal ettiklerini biz de ediyorduk. Onların hiçbiri artık ne söz konusu ne de gündemde. Hayatımızda her şey değişti. Geleceğe dönük hiçbir plan, hiçbir beklenti, hiçbir şey yok yani. Şu anda sadece bir mücadele içerisindeyiz, o kadar."
Oğlu adına eğitim inisiyatifi kurdu
Serpil Temiz Unvar, oğlunu kaybettikten sonra kadere boyun eğip, bir köşede sessizce yas tutmayı tercih etmemiş. Ferhat Unvar adına bir eğitim inisiyatifi kurmuş. İnisiyatifin amacı okullarda çocuklara ırkçılık, faşizm ve ayrımcılığın zararlarını anlatmak. Onları bilinçlendirmek. Dostluğu ve kardeşliği perçinlemek.
Çünkü ona göre birlikte, huzur içinde yaşamak için en çok bu olgulara gereksinim var.
Oğlunun idealleri olduğundan söz ediyor.
"Ferhat onlara ulaşamadı ama diğer çocuklar ulaşsın, ben bunun mücadelesini vereceğim bundan sonra" diyor ve nasıl bir dünya hayal ettiğini şu sözlerle anlatıyor:
"Herkesin eşit yaşadığı bir sistem. Kimsenin kendini yabancı hissetmediği bir sistem. Evet, görünüşe göre hepimiz eşit haklara sahibiz ama kesinlikle öyle bir şey yok. Ben kendim yaşadım, çocuğum yaşadı, okulda yaşadığımız ırkçı, ayrımcı tavırlar vardı. Eğitim sisteminde eşit haklara sahip değil bizim çocuklarımız ve onların çocukları. Bakın, 'biz ve onlar' diyoruz. Bu ayrım var. Bunun ortadan kalkması gerekiyor. Bu devlet bize de ait ve bizi de kabul edecekler. Mecbur edecekler."
Kardeş acısına baba acısı da eklendi
Saldırıda 37 yaşındaki kardeşi Gökhan Gültekin'i kaybeden Çetin Gültekin ise iki büyük acıyı peşpeşe yaşadı.
Babaları Behçet Gültekin, evladının acısına ancak 38 gün dayanabildi.
Çetin Gültekin, Emiş Gürbüz ve Serpil Temiz Unvar ile ırkçı saldırıdan hemen sonra, katliamın unutulmaması için oluşturulan sivil 19 Şubat İnisiyatifi'nin Hanau'daki lokalinde konuşuyoruz.
Daha önce basına verdiği demeçlerde sert açıklamalarıyla dikkat çeken Çetin Gültekin, bu kez oldukça sakin. "Anneme söz verdim, bundan böyle hissettiklerimi yüksek sesle değil, bağırmadan, tane tane anlatacağım ki mesajlarım anlaşılsın" sözleriyle tavrındaki değişimi dile getiriyor.
"Bakın" diyerek devam ediyor:
"Bizim hayatımızda artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Kardeşim yok, babam yok. Bir daha gelmeyecekler. Annem için, 26 yaşındaki oğlum için güçlü olmak zorundayım, hepsi bu."
"Peki, nedir anlatmak istedikleriniz, mesajınız nedir?" diye soruyorum.
Önce derin bir nefes alıyor, sonra başlıyor anlatmaya:
"Almanya'da 2013 yılından önce silah ruhsatı verilirken kişinin akıl sağlığına da bakılıyordu. 2012'de bu değiştirildi. Ve daha önce defalarca psikolojik tedavi gören, akıl hastanesinde yatan bu katil 2013 yılında bu nedenle silah ruhsatı alabildi. Eğer bu düzenleme yapılmamış olsaydı, kardeşim ve diğer sekiz kişi şu anda hayatta olacaklardı."
Çetin Gültekin devam ediyor:
"İlk saldırıdan hemen sonra polise çok sayıda kişi telefon ediyor. Ama karakolda telefona bakan olmuyor. Katili, ilk cinayetlerini işleyip, diğer kafeye arabasıyla giderken kendi aracıyla takip eden Vili (Viorel Păun) yolda tam dört kez polisi arıyor ama açmıyorlar telefonu. Ve katil onu da son kafeyi basmadan önce parkta arabasında öldürüyor. Eğer polis telefonu açsa ve Vili'ye 'takibi bırak, biz devreye giriyoruz' demiş olsaydı bir can daha kurtulacaktı."
Gültekin, güvenlik güçlerini ihmalle suçlarken, Arena Bar Cafe'nin acil çıkış kapısının da polis tarafından uzun bir süre önce yasal olmayan bir şekilde kapatıldığını anlatıyor:
"Arena Bar'ın içinde çocuklar telaşla arka kapıya, acil çıkış kapısına koşuyorlar kaçmak için. Güvenlik kamerasında görülüyor bu. Ve kapı kapalı. Çocuklar adeta kurbanlık koyunlar gibi katilin önünde. Eğer o acil çıkış kapısı kilitli olmasıydı iki can daha kurtulacaktı. Polis videoya rağmen kapının kilitli olmadığını savundu. Daha sonra soruşturma dosyasında ise itiraf edildi. Buna göre 2012'den beri o acil çıkış kapısı polislerin isteği ve ısrarı üzerine kapalı tutuluyormuş. Polis baskın yaptığında arkadan kaçmasınlar diye."
Ve o sakin haliyle soruyor, "Bunların hesabını kim verecek?"
Omzundaki kurşun yarası iyileşti, ama sıkıntıları bitmedi
O akşam ırkçı katilin kurbanı olmaktan büyük bir şans eseri kurtulan Muhammet Beyazkendir ile saldırının gerçekleştiği Arena Bar'ın önünde buluşuyoruz. Omzundan aldığı kurşun yarası için, "Çok şükür iyileştim, ağır kaldıramasam da şikayetim yok" diyor. Ama başka sıkıntıları var. Olaydan sonra işini kaybetmiş, maddi sıkıntıları olduğunu söylüyor.
Saldırıdan sonra iki hafta hastanede yatıp taburcu olduğunu anlatıyor. Katilin silahıyla girdiği barda arka kısımda oturduğu için şanslıydı. Çünkü katil onu omzundan vurduktan sonra öldü diye bırakmıştı. Genç adam ölümden kurtuldu, yaraları da iyileşti ama ruhunda açılan yaranın hâlâ kanadığını görmek için gözlerine bakmak yeterli.
19 Şubat İnisiyatifi'nde Almanlarla göçmenler el ele
Dokuz genci katlettiği gece evinde 72 yaşındaki annesini de öldürüp, ardından intihar eden ırkçı Tobias R.'nin işlediği bu cinayetlerin gündemde kalması ve unutulup gitmemesi için saldırılardan hemen sonra Hanau'da örnek bir girişime imza atıldı. Olayda güvenlik birimlerinin ihmalleri ve hatalarının da ortaya çıkarılması için #SayTheirNames (Onların isimlerini söyle) sloganıyla hareket eden 19 Şubat İnisiyatifi yaşama geçirildi.
Çoğunluğunu Almanların oluşturduğu 19 Şubat İnisiyatifi'nin kurucularından Eren Okçu, inisiyatif bünyesinde bir araya gelen mağdur aileler ve toplumun diğer kesimlerinin adeta kenetlenerek, ırkçıları "hayal kırıklığına" uğrattıklarını anlatıyor. İnisiyatifin merkezinde görüştüğümüz Eren Okçu'ya saldırıdan sonra Almanlar ve göçmenler arasında nasıl etkileşimlerin olduğunu soruyorum:
"Saldırıya uğrayanlar, mağdurlar göçmenler ve bu sorun göçmenlerin sorunudur gibi bir algı kesinlikle oluşmadı. Bu toplumsal bir sorun ve bunun mücadelesinin de toplumsal yapılması gerekiyor. Yani aslında ırkçılık kutuplaşmayı dayatıyor. Bu saldırı da benzer bir durum yarattı. Ama buradan şu görüldü ki aslında amaçlarına ulaşamadılar. Tepkiler birlikte oldu, kesinlikle göçmenlerin ya da bu saldırıdan mağdur olan kesimlerin duyarlılık gösterip tepki ortaya koyduğu bir eylem değil. Hanau'da bugün sokağa çıkın ve hangi esnafa giderseniz gidin, burada oluşturulan afişleri görürsünüz."
Hanau sokaklarında yürürken sık sık karşılaştığımız o afişlerdeki dokuz genç, adeta yüreğinize şöyle sesleniyor: "Sakın bizi unutmayın".
Tuncay Yıldırım
©Deutsche Welle Türkçe