1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Dünya, soykırım suçuyla mücadelede yetersiz kaldı

30 Ekim 2009

7 binden fazla Boşnak’ın öldürüldüğü Srebrenitza katliamıyla ilgili dava, soykırım suçlarını gündeme taşıdı. Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç'in mahkeme önüne çıkarılması, uluslararası yargıyı tartışmaya açtı.

https://p.dw.com/p/KFjM
Fotoğraf: picture-alliance/dpa

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 1948 yılının Aralık ayında “Soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin” sözleşmeyi kabul etti. Konseyi böyle bir sözleşme imzalamaya iten neden, Hitler Almanyası döneminde Avrupa ülkelerinde yapılan Yahudi soykırımı ve Naziler’in Rusya, Polonya ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinde işlediği suçlardı. Soykırım anlamına gelen “Jenosid” sözcüğü ilk kez bu sözleşme ile uluslararası hukuka girdi.

Yunanca “soy” anlamına gelen “genos” ile Latince öldürmek fiilinden türeyen “cide” kelimesinin birleşiminden oluşan “jenosid” kelimesinin isim babası Leh Avukat Raphael Lemkin. Lemkin, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi metnini hazırlayanlar arasındaydı. Jenosid yani soykırım sözleşmenin 2. maddesinde, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak için işlenen fiiller” olarak tanımlanıyor.

"Etkisi zayıf kaldı"

Almanya İnsan Hakları Enstitüsü’nün Soykırım Uzmanı Wolfgang Heinz, bu sözleşmenin Soğuk Savaş’ın sonuna kadar fazla etkili olamadığını belirtiyor. Heinz, “Soykırım sözleşmesi, daha en başta mutlak ve sınırsız şekilde geçerli olan soykırım yasağını devletler hukukunun ve siyasetin bir parçası haline getirdi, ancak bu sözleşmenin uygulamadaki ve önerilen yasalar üzerindeki etkisi zayıf kaldı. Zira sözleşmede uzmanlar kuruluna ve bağlayıcı yaptırımlara yer verilmiyor. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sözleşmeyi aktif olarak değerlendirdiği takdirde müdahil olabilir" diyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi soğuk savaş yıllarının sonuna kadar hiçbir soykırım vakasında aktif olarak müdahale etmedi. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kurulması 1946 yılında önerildi, ancak konseyin veto hakkına sahip beş üyesi, Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği, Fransa, İngiltere ve Çin buna engel oldu.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri, böyle bir mahkemenin kendilerini de yargılamasından endişe ediyordu. Zira Amerika Birleşik Devletleri'nin Vietnam'daki, Sovyetler Birliği’nin Afganistan'daki, Fransa’nın da Cezayir’deki tutumu bu devletleri de sanık sandalyesine oturtabilirdi.

Uluslararası Ceza Mahkemesi

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kurulması 1998 yılına kadar sürdü. Birleşmiş Milletler soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılmasına ilişkin sözleşme 189 devlet tarafından benimsendi. Ancak buna rağmen soykırım önlenemiyor.

Uzmanlar bu nedenle, olası bir soykırıma işaret eden göstergelere sözleşmede yer verilmesini istiyor. Soykırım konusunda uzman Wolfgang Heinz şöyle konuşuyor: “Şu noktayı hatırlayın: BM Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün Ruanda’daki komutanı General Dallaire dediklerini anımsayın: ‘Biz kitle katliamı yapmayı amaçlayan milislerin cephaneliklerini bulduk, elimizde göstergeler var, silah depolarını buluyoruz, radyo yayınları üzerinden yapılan propagandaları dinliyoruz, burada bir şeyler başladığını farkediyoruz…’ Şayet bu, zamanında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gelmiş olsaydı, erken uyarı müdahale etme gerekçesi olabilirdi. Oysa Birleşmiş Milletler ne yaptı, ‘oraya müdahale etmek bizim işimiz değil, silah depolarını bulup silahlara el koymak da değil' dedi.”

Peki, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeleri bir soykırımın olacağına dair yeterli bilgiye sahip olduklarında, kendi çıkarları nedeniyle harekete geçmedikleri zaman ne olacak? Ya da Güvenlik Konseyi'nin müdahalesi üye ülkeler tarafından bloke edilirse ne olacak? Bu sorulara doyurucu yanıtlar verilemediği sürece, BM Soykırım Sözleşmesi'nin yapmak istedikleri ile yapabildikleri arasındaki dağlar kadar farkı ortadan kaldırmak mümkün olmayacak.


Andreas Zumach / Çeviri: Başak Özay

Editör: Ahmet Günaltay