Batı ülkeleri ve Müslümanlar
11 Ağustos 2006"’Tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz’, Londra’daki Heathrow Havaalanı ve ABD’de verilen alarmı, Başkan Bush bu sözlerle özetliyordu. İngiliz güvenlik yetkilileri, atlantikaşırı sefere çıkacak çok sayıda uçağa saldırı planlarını günışığına çıkararak engellediklerini duyurdu. Eğer bu saldırılar düzenlenseydi, kurban sayısı en az 11 Eylül 2001’deki kadar yüksek olacaktı.
11 Eylül’ün beşinci yıldönümü yaklaştıkça, yeni terör saldırıları olasılığının artacağını da hesaba katmak gerekti. Çünkü Washington’ın başlattığı ve dünya çapında yürütülen ‘terörle savaş’ bugüne kadar bu illeti durdurmakta başarılı olamadı. Başkan Bush, ülkesinin, şimdi 11 Eylül öncesinden daha emniyetli olduğunu belirtti, ancak ABD'nin bir tehditle karşılaşmadığını düşünmenin de yanlış olacağını kaydetti.
Bush en azından bu son noktada gerçekten haklı. Bush’un dünkü deyimiyle “İslamcı faşistlere” savaş ilan edilmesinden bu yana, terörizm daha önce bu boyutunu tanımayan ülkelere de sıçradı. En çarpıcı örnek hiç kuşkusuz Irak, ama Afganistan’da da Taliban ile yürütülen savaştan sonra huzurun sağlandığını söylemek mümkün değil. Avrupa ise Madrid ve Londra saldırıları ile bu alandaki ilk acı tecrübelerini yaşamak zorunda kaldı.
Bu tablo karşısında Başkan Bush’un, terörizmin kontrol altına alınmak üzere olduğu yönündeki kendinden emin tavrı, neredeyse alaycılığa varıyor. Fakat şu anda Bush’un zorunlu iyimserliği ile kafayı yormanın bir anlamı yok. Avrupa’da ve dünyanın diğer köşelerinde, sorunun farklı düzeylerine bakmamız lazım. Bir yandan masum insanların korunması için güvenlik önlemlerini güçlendirmemiz, diğer yandan da batılı toplumlarda, özellikle de Avrupa ve İngiltere’de, Müslüman azınlıkların sorunlarına eğilmemiz gerek.
Müslüman azınlıkların uyumunda pek başarılı olunamadı, hep şüpheli bir tavır ile karşılanıyorlar ve giderek kendilerini daha da ihmal edilmiş hissediyorlar. Bu da kendilerini haksızlığa uğramış hisseden zayıf karakterlerin gözünü intikam hırsının bürümesi için en uygun ortam.
Üstüne üstlük uluslararası siyaset de pek içler açıcı değil. İsrail, hem Lübnan, hem de Gazze Şeridi’nde, görünüşe göre ABD ve İngiltere’nin de sınırsız desteği ile savaş halinde ve diğer Batılı devletler de, kan dökülmesini engellemekte ne kadar beceriksiz olduklarını günbegün gösteriyorlar.
Bu tanımlama, tabii ki fazlasıyla basitleştirilmiş ve gerçekleri tam olarak yansıtmıyor, fakat İslam dünyasında ve İngiltere gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar arasında, “terörle savaşın” aslında “İslam’a karşı yürütülen bir savaş” olduğunu düşünenlerin sayısı artıyor. Bu da masum görünen vatandaşların nasıl olup da birden bire Cihad’a gönül verdiğini açıklıyor.
Sorunlar ne birkaç gün içinde, ne de birkaç ay içinde çözülebilir. 11 Eylül’den bu yana geçen 5 yıl da buna yetmedi. Ama geçen süre içinde Batı dünyası, Washington’dan gelen sloganlara fazlasıyla kulak verdi ve terörizmin, askeri yoldan yenilebileceğine fazlasıyla inandı. Bu hatalı yaklaşımın sonuçlarını, şimdi Lübnan’a giren İsrail de yaşamakta.”