1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Banu Güven: Felaket oldu…

17 Kasım 2018

Çorlu’daki tren kazasının üzerinden yaklaşık dört buçuk ay geçti. Banu Güven kazada yakınlarını kaybedenlerin adalet arayışını 16 yaşındaki Sena Köse’nin anısından yola çıkarak DW Türkçe için yazdı.

https://p.dw.com/p/38R9m
Türkei Zugunglück bei Tekirdag‚ Äos Corlu
Fotoğraf: picture-alliance/AA/H. M. Sahin

Duyduğumdan beri her gün aklımda.

Sesinden anlıyorsunuz. Gencecik bir kız dikkatle, özenle ve hissederek bir şarkı söylüyor. Bir ihtimal gitarı da o çalıyor.

"Ay karanlık hep karanlık yüzü bize döner oldu

Bir ihtimal daha vardı felaket oldu

Bir ihtimal daha vardı, felaket oldu"

Hayatımızda uzun süredir varolan bu şarkı, o söylerken anlamını değiştiriyor. Artık onun ve 8 Temmuz'da Çorlu'daki tren kazasında hayatını kaybeden diğer 24 kişinin şarkısı oluyor.

Bu genç kız 16 yaşındaki Sena Köse. Şarkıya eşlik eden videoda fotoğrafları var. Gözlerine baktığımda, hayata dair heyecanını görüyorum sanki. Kim bilir geçen yıl yapmak istediği ne çok şey vardı. Ufacık şeyler, bir şarkı, bir resim, bir seyahat onu ne kadar mutlu ediyordu. Bunları düşünürken aynı kazada hayatını kaybeden kuzenleri, 23 yaşındaki Özge Nur Dikmen ve 13 yaşındaki Gülce Dikmen karşıma çıkıyor. 14 yaşındaki Bihter Bilgin, 9 yaşındaki Oğuz Arda Sel, 7 yaşındaki Mavinur Tiflizden, 5 yaşındaki Ömer Can, 6 aylık Beren Kurtuluş aklıma geliyor. Ardından diğerleri: Derya Kurtuluş, Emel Duman, Ersen Gül, Serhat Şahin, Melek Tuna, Ayşe Başaran, Ergün Kerpiç, Hakan Sel, İrfan Kurt, Bahar Koçman, Yağmur Laçin, Özcan Cesur, Seyfi Ergül, Zübeyde Seven, Gani Kartal, Rubize Kartal ve Fetiye Yıldız.

Banu Güven
Banu GüvenFotoğraf: Privat

Ailelerin yakınlarına ulaşmak için nasıl insanüstü bir mücadele verdiklerini hatırlıyorum. Bir yaz günü sevdiklerine kavuşmayı beklerken kazayı haber alıp, olay yerine koştuklarını. Arabayla gidemedikleri için balçığa bata çıka kilometrelerce koştuklarını, insanı altüst eden bir manzaranın içine girip evlatlarını, yakınlarını aradıklarını hatırlıyorum. Orada bulamayıp bu kez hastane hastane dolaştıklarını, sonra morgda tükenip bittiklerini.

Onlar hayal etmesi güç bir yaşam kavgasının içindeyken Demiryolları'nın müthiş bir hızla rayları onarmaya giriştiğinin resmi geliyor sonra aklıma.

Sen, ben, bizim oğlan formülüyle bilirkişi raporları yazdırıp, olayın faturasını doğal afete çıkarma çabaları da hatırımızda.

Aileler, acılı anneler, babalar, kardeşler durumun farkında. Konu kapatılmaya çalışılıyor. Ana akım medyada konu çoktan kapatılmış. Olan biteni kamuoyuna yansıtmanın tek yolu sosyal medya. Aileler bu yüzden en çok Twitter'da uğradıkları bu en büyük hak ihlalini ve bu ihlalin üstünün nasıl kapatıldığını anlatmaya çalışıyorlar. Yetkililerden hesap soruyorlar. Burada çoğalarak birbirlerine tutunuyorlar.

Vicdansızlık, küstahlık

Sonra ne oluyor? TCDD'nin Genel Müdürü İsa Apaydın, kurumunun acıların en büyüğünü yaşattığı bir anneyi, Mısra Öz'ü Twitter'da engelleyiveriyor! Mısra Öz durumu "Beni engellemek, yazdıklarımı görmemek bu faciayı örtmüyor!! Gerçekler ortada!!!! 25 kişi öldü!! Oğlum öldü, oğlum!!!!!!!!" diyerek duyuruyor.

TCDD Müdürü sosyal medyada patlayan tepki üzerine bu kez hesabını "korumalı hale" getiriyor. Yani dışarıya kapatıyor! TCDD Müdürü'ne ek olarak, bütün bu tepkiye rağmen, dönemin Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olan Kars Milletvekili Ahmet Arslan da Mısra Öz'ü engelledi. Müdürün hesabını artık göremediğimiz için eski bakanın Tweet'lerine bir baktım. Hayatında Çorlu Tren Kazası'na yer olmadığını gördüm. Görebildiğim kadarıyla kazayla ilgili attığı tek bir Tweet var. O da bakanlığın kaza günü yaptığı basın açıklaması. O kadar. Başka hiçbir şey yok. "Üzgünüm" yok, "Bu kaza soruşturulacak" yok. Yok. Sadece icraatin içinden türü paylaşımlar. Kazanın ardından 9 Temmuz'da yaptığı basın toplantısını hatırlıyorum. "Elbette eksiklik varsa ortaya çıkacaktır. Yılda bir yapılması gereken kontrol Nisan ayında yapılmış" diye başlayıp "Toprak sürekli yağış aldığından suya doygun olduğu için olağanüstü şişkinlik olmuş. Tren raylarıyla menfez arasındaki malzemeyi götürmesi sonucu boşluk oluşturmuş" diye devam ediyordu. Bir nevi "fıtrat" açıklaması yani. Acılı aileler o günden bugüne ne ondan ne başkasından başka birşey duyamadı.

Canının üzerine titrerken

İnsanlar canı gibi sevdiklerini kaybetmekten hep korkarlar. Onlar bir yerden bir yere giderken, bazen şehir içinde, bazen daha uzağa, arkalarından dua ederler. Otobüs bileti mi alınacak, "Hangi koltuk numarası daha güvenli olur" diye düşünürler. Uçağın iniş saatinde telefon açılır açılmaz ilk onlar ararlar. Anneler babalar çocukları en güvenli şekilde nasıl seyahat edebilir diye düşünüp dururlar hep. Çoğu için tren en güvenli araç olmuştur. Gönül rahatlığıyla emanet ettikleri canlarının naaşlarını bile vermekten aciz olan TCDD yönetimi, sitem duymak istememektedir. Yaslı, içi yangın yerine dönen ailelerin acıyla ve elbette öfkeyle hesap soran mesajlarına da tahammül edememektedir.

Sena'nın babası Gürkan Köse de içi yana yana her gün kızına hasretini ve çok haklı olan adalet talebini dile getiriyor. Onun içindeki yangına baktıkça bugüne kadar tanık olduğumuz ve "fıtrat" diye geçiştirilmeye çalışılan nice facialar geliyor aklıma. Pamukova'daki facia, Soma'daki katliam, sonu gelmeyen iş cinayetleri. Bunların hepsi birbirinden ayrı görünse de aynı bütünün parçaları. Özünde hep aynı mesele var. Siyasi ya da maddi çıkar için her yol mübah deyip, insan hayatını hiç önemsememek. Bu şekilde insan hayatına "kastedip", ölümlere yol açıp, cezasızlığa sırtını dayamak. Bu döngüyü de ancak kollektif bir ısrar ve çaba kırabilir.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe