1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Altı maddede çocuk cinayetleri ve kayıp çocuklar gerçeği

11 Eylül 2024

Kayıp çocuk ve çocuk cinayeti vakalarında soruşturmanın aileden başlaması gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, çocukların erişebileceği acil uyarı sistemine ihtiyaç olduğunu söylüyor. Pelin Ünker'in haberi.

https://p.dw.com/p/4kTJK
Fotoğraf: Thomas Trutschel/photothek/picture alliance

Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde cansız bedenine ulaşılan 8 yaşındaki Narin Güran'ın ölümüyle ilgili soruşturma devam ederken Türkiye'deki çocuk cinayetleri ve diğer kayıp çocuk vakaları bir kez daha gündeme geldi.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2016 yılından bu yana kayıp çocuklara ilişkin veri paylaşmıyor. Açıklanan son veriye göre 2008-2016 arasında toplam 104 bin 531 çocuk kayboldu. Aradan geçen sekiz yıl içinde kaç çocuğun kaybolduğunun yanı sıra kayıp 104 bin 531 çocuğun kaçının bulunup bulunmadığı da belirsiz.

Çocuk hakları alanında çalışan uzmanlara göre bu konuda şeffaflık olmaması etkili politika üretilmemesinin başlıca nedenlerinden biri.

Etkili bir politika için öncelikle Türkiye'deki kayıp çocuk sorununun ne olduğunu anlayabilmek gerekiyor. Uzmanlar, bunun için ise kayıp çocukların sosyo demografik, sosyo kültürel özelliklerini içeren istatistiklerin düzenli olarak tutulması ve analiz edilmesinin önemine dikkat çekiyor.

Türkiye'de bu konuda yeterli veri var mı?

DW Türkçe'ye konuşan Fikir ve Sanat Atölyesi Derneği (FİSA) Çocuk Hakları Merkezi'nden Ezgi Koman, Türkiye'nin tarafı olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nden sorumlu BM Çocuk Kakları Komitesi'nin yıllardır Türkiye'de etkili politikalar oluşturabilmek için insan haklarına dayalı bir çocuk veri sisteminin kurulmasını talep ettiğine işaret ediyor.

"Veriniz yoksa politika üretemezsiniz" diyen Koman, ekliyor:

"Veriniz var da saklıyorsanız ya kamuoyuna, sivil topluma karşı politika ve uygulamalarda şeffaf yani hesap verebilir olmak istemiyorsunuz ya da durumun vehametinin, bu konuda etkili politikaları hayata geçiremediğinizin açığa çıkmasını istemiyorsunuz demektir. Ya da gerçekten çocuklar umurunuzda değildir…"

Narin'le ilgili soruşturmanın yürütüldüğü Diyarbakır Adliye Sarayı
Narin'le ilgili soruşturma Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığında yürütülüyor Fotoğraf: Anka

21 Ağustos'ta kaybolan Narin'in cansız bedeni 19'uncu günde bulunabildi. Ancak Narin bir ilk değil. Kayseri'de Ramazan Bayramı'nda şeker toplamaya çıkan ve 556 gün sonra cesetleri bulunan Dilruba, Ahmet ve Türkan, ormanlık alanda cesedi bulunan Ecrin, kaybolduktan 18 gün sonra cesedi bulunan Leyla kamuoyunun gündemine gelen çocuk cinayetlerinden sadece birkaçı.

FİSA Çocuk Hakları Merkezi'ne göre son iki buçuk yılda en az 64 çocuk Narin gibi yaşamını yitirdi.

Çocuk cinayetleri ve ev içi şiddet temelli cinayetlere şüpheli ölümler de eklendiğinde iki buçuk yılda en az 133 çocuk hayatını kaybetti. 2022'de 37, 2023'te 15, 2024'ün ilk yarısında 17 şüpheli çocuk ölümü gerçekleşti.

FİSA bu verileri kamuya açık kaynaklardan topluyor. Türkiye'de bunun dışında düzenli yayınlanan başka bir istatistik bulunmuyor.

Çocukların korunması için neden çözüm üretilemiyor?

DW Türkçe'ye konuşan adli tıp uzmanı ve Mersin Üniversitesi Çocuk Koruma Araştırma Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Halis Dokgöz, kayıp çocuklar meselesinin sadece sansasyonel vakalar olduğunda kamuoyunun gündemine geldiğini, katil kim ya da kimler veya canlı ya da ölü olarak bulundu meselesi ile dosyanın kapandığını ve herkesin gündelik hayatına devam ettiğini söylüyor.

Türkiye'de kayıp çocuklara ilişkin verilerin açıklanmamasının önemli bir sorun olduğuna dikkat çeken Dokgöz, "Her yıl ne kadar kayıp çocuk başvurusu yapılıyor ve bu çocuklardan kaçı bulunuyor, kaçı ölü olarak bulunuyor, kaçı bulunamıyor? Cinsiyetleri, yaş grupları ne? Nerelerde kayboluyorlar? Evde mi, okulda mı, sokakta mı? Yani kayıpların sosyo demografik, sosyo kültürel özelliklerinin hepsinin ortaya konulması gerekiyor" diyor.

Dokgöz'e göre bu istatistiklerden elde edilen sonuçlara göre de adli tıp uzmanları, sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, jandarma ve polis gibi profesyonellerin çözüm yolları üretmesi gerekiyor. Halis Dokgöz, "Bunların mutlaka ortaya konulması gerekir ki çözüm üretebilelim. Ne yapacağımızı bilelim. Biz şu anda hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece vakalar olduğu zaman peşine düşüyoruz. Peşine düştüğümüz olguda da katil kim meselesi üzerine odaklanıyoruz" diyor.

Bunun aksine olayın arka planında olan olaylar ve sebeplerinin irdelenmediğini düşünen Dokgöz, tüm bunlar saptanarak çocukları koruyacak çözüm önerileri geliştirilmesi gerektiği görüşünde:

"Çünkü aileden ya da en yakın sosyal çevreden korunmadan bahsediyoruz. Kolay bir olay değil. O nedenle kompleks bir aslında olayla karşı karşıya Türkiye."

Kültürel kodlar ne kadar etkili?

Halis Dokgöz, özellikle kapalı kültürel kodlara sahip olan toplumlarda "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışıyla namus, ahlak gibi tanımlamalarla hareket edilerek çocukların bir nesneye dönüştürülebildiğini, ölümlerinin bile önemsizleştirilebildiğini ifade ediyor.

Bu tür eylemleri yapan kişilerin sıklıkla çocuğun tanıdığı, bildiği, güvendiği kişiler olduğunu söyleyen Dokgöz, "Bu nedenle Narin Güran olayında soruşturma merkezden, yani aileden başlamalıydı" diyor.

Narin'in Diyarbakır Tavşantepe Köyü'ndeki evi
Narin'in Diyarbakır Tavşantepe Köyü'ndeki evi Fotoğraf: Hozan Adar/DW

Dokgöz'a göre bu hem soruşturma aşaması için hem de adli tıbbi değerlendirme için geçerli.

Halis Dokgöz, "Örneğin ağabeyinin kolunda ısırık izleri olduğu söylendi, bu izlerin kime ait olduğu saptanamadı. Çünkü banyo yapmıştı, duş almıştı ve elbiseleri yıkanmıştı. Öyle olunca bizim herhangi bir biyolojik materyal, DNA inceleme şansımız kalmadı. Oysa merkezden başlayan bir değerlendirme olsaydı, biz o çocuğu ilk günlerde muayene eder ve üzerindeki ısırık izlerinin kime ait olduğunu DNA incelemesiyle anında saptardık" diye konuşuyor.

Dokgöz'e göre kayıplara ilişkin acil uyarı sistemi olması da hayat kurtarabilir:

"Ne kadar erken müdahale edilirse ve ne kadar erken davranılırsa çocukların canlı bulunma olasılığı yüksek. Her geçen dakika saat aleyhine işliyor. Açıkçası 24 saat 48 saat geçtikten sonra canlı bulunma olasılığının düştüğünü hem istatiksel olarak görüyoruz literatürden hem de yaşadığımız olgulardan, deneyimlerden biliyoruz."

Çocuk Hakları Stratejik Belgesi uygulanıyor mu?

DW Türkçe'ye konuşan Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAV) Koordinatörü ve ECPAT Türkiye Başkanı Avukat Şahin Antakyalıoğlu'na göre de şeffaf veri paylaşımının yanı sıra çocuklara haklarının öğretildiği bir eğitim politikasından kayıp vakalarına erken müdahale edebilmek için erişilebilir bir uyarı sistemi oluşturulmasına kadar çeşitli adımları içeren önleyici-koruyucu bir müdahale planının hazırlanması gerekiyor.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın geçen yıl hazırladığı Türkiye Çocuk Hakları Strateji Belgesi ve Eylem Planı'nın kağıt üstünde kaldığını düşünen Antakyalıoğlu, "Stratejik belgemiz var mı? Var. Eylem planımız var mı? Var. Uygulayabiliyor musunuz? Herkes, her çocuk buna erişebiliyor mu? Ve bu çocukların bunlardan haberi var mı" diye soruyor.

Çocuklar haklarından haberdar olmadığında bu hakkı vermenin bir anlamı olmadığını söyleyen Antakyalıoğlu, bu meselenin öncelikle okul öncesinden başlayarak eğitim süreçlerine dahil edilmesi gerektiği görüşünde.

Antakyalıoğlu, "Okullarda bunu öğretiyor muyuz mesela? Okul öncesi, birinci sınıf ya da ilkokulda bunlar öğretiliyor mu? Hak nedir, çocuk hakkı nedir, öğretiyor muyuz? Size biri dokunduğunda şuraya, şöyle, şu şekilde başvurabilirsiniz diyebiliyor muyuz? Bunu okul öncesinden başlayarak öğretmemiz lazım çocuklara. Dolayısıyla istemediği bir şeyi yapmaya zorlayan bir kişi olduğunda gidecek, anlatacak" diye konuşuyor.

Koruyucu-önleyici bir müdahale nasıl geliştirilebilir?

Eğitimin de tek başına yeterli olmadığına işaret eden Antakyalıoğlu'na göre çocukların acil uyarı sistemlerine erişimini de mümkün kılmak gerekiyor.

Antakyalıoğlu, Türkiye'de ABD'de kullanılan Amber benzeri bir acil uyarı sistemi yıllar önce devreye alınsa da bu uygulamanın işler olmadığını, kimsenin de bu uygulamadan haberi olmadığını aktarıyor.

Koruyucu-önleyici bir müdahale planının bütün olarak işletilmesi gerektiğini ifade eden Antakyalıoğlu, "Kolay erişilebilir bir hat, bir acil yardım hattı olması gerekir. Telefonu, interneti olmayan çocuklar için de bizim bir planımızın olması gerekiyor. Kime gidecekler, nasıl gidecekler, kime anlatacaklar? Kimi güvenilir bulacaklar? Burada tüm köyün suça ortak olduğu bir ortamda çocuk ne yapsın? Buna çözüm bulmadığımız sürece maalesef önünü alamayacağız" diyor.

Diyarbakır Tavşantepe Köyü
Diyarbakır Tavşantepe Köyü Fotoğraf: Selim KAYA/DHA

Özellikle aşiretlerin olduğu yerlerde buradan çıkışın mucize olduğunu ancak buna da bir çözüm üretilmesi gerektiğini dile getiren Antakyalıoğlu, "Bu anayasa sadece Ankara, İstanbul için değil, İzmir için değil, bütün çocuklar için, her köydeki çocuk için, buralara erişebiliyor olmamız gerekiyor" vurgusu yapıyor.

"Bunu sağlamadığımız zaman maalesef başka vakalar da duyacağız" diyen Antakyalıoğlu, ekliyor:

"Zorla evlendirilen, evlendirilmeye çalışılan çocuklar. Akrabası, dayısı, amcası tarafından istismar edilen çocuklar. Bunlar için biz nasıl bir çıkış yolu koyduk? Biz devlet olarak ne diyor, ne yapıyoruz? Bizim daha köklü çözümler, politikalar üretmemiz, devreye sokmamız gerekiyor."

Suç mağduru çocukların durumu nedir?

TÜİK'in yayınladığı Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri ise suç mağduru çocukların sayısında artış olduğuna işaret ediyor.

Geçen ay açıklanan 2022 verilerine göre çocukların karşılaştığı olay sayısı 2021'e göre yüzde 20,5 arttı.

Güvenlik birimlerine suç mağduru olarak gelen veya getirilen 232 bin 739 çocuğun yüzde 58,5'i yaralama, yüzde 13,7'si cinsel suçlar, yüzde 8,7'si aile düzenine karşı suçlar, yüzde 4,8'i tehdit, yüzde 14,3'ü bu nedenlerin dışında kalan diğer nedenlerden dolayı mağdur oldu.

DW Türkçe'ye engelsiz nasıl ulaşabilirim?

DW-Reporterin Pelin Ünker
Pelin Ünker Yolsuzluk ve vergi adaleti üzerine haber yapan araştırmacı gazeteci.@pelinunker