1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Alman basınından özetler

Derleyen: Ayşe Tekin, Meltem Karagöz 7 Şubat 2008

TBMM’deki türban oylaması ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Ludwigshafen'dan başlayacağı Almanya ziyareti, 07.02.2008 tarihli Alman gazetelerininde geniş yer buluyor.

https://p.dw.com/p/D3m3
Fotoğraf: picture-alliance/dpa

Süddeutsche Zeitung’da yer alan “Örtü ve Hoşgörü” başlıklı yazıda, “Türkiye hiç bir zaman laik bir ülke değildi, bu başörtüsü tartışmalarında da kendini gösteriyor” deniliyor. Christiane Schlötzer imzalı yazı şöyle devam ediyor:

"Modern Türkiye kurulduğunda anayasasında, ‘Türk devletinin dini İslamdır’ ibaresi yer alıyordu. Laiklik, 1937 yılında Atatürk'ün ölümünden bir yıl önce, sultanlık ve halifeliğin kaldırılması sürecinde, genç cumhuriyet 14 yaşında iken anayasaya girdi. Atatürk, dini, ilerlemenin önünde bir engel olarak görüyordu. Ama halkın inancına dokunmanın kolay olmadığını Atatürk'ün mirasçıları kısa zamanda anladılar. Bu yüzden de devlet, dini olan herşeyi kontrol etmeye başladı.”

Buna örnek olarak cuma vaazlarında okunacak konuların Diyanet İşleri tarafından saptanmasını, kiliselerin çatılarının tamiri için bile devletten izin alınması gerektiğini ve hiçbir kamu kurumunda başörtüsü takılamamasını gösteren Christiane Schlötzer imzalı yazı şöyle devam ediyor:

“Türkiye laik bir ülke olsaydı, Hristiyan - Ortodoks vatandaşlarının din adamları yetiştirmesine izin verir, kadınların başlarını örtüp örtmediğine karışmaz, sadece din bir zorlama unsuru olarak kullanıldığında devreye girerdi. Ama şu anda bu hoşgörüyü beklemek imkansız, çünkü sembol olarak başörtüsü tartışması, iktidar mücadelesinin aracı oldu."

Magdeburg'da yayımlanan Volksstimme adlı gazetede de Türkiye'deki başörtüsü tartışmasına ilişkin bir yorum yer alıyor:

“Türkiye bir kez daha laik anayasa ile İslamı yeniden doğuşu sembolize eden bir yol ayrımında. Kemal Atatürk'ün kurduğu devletin altı son derece önemli bir noktada oyuluyor. Türban karşıtları, köktendinci geleneklerin üniversitelere girmesine izin verilmesinin şeriat devletinin başlangıcı olacağı korkusu içinde kitlesel gösteriler yapıyor. Oysa AKP Genel Başkanı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şimdiye kadar İslam bayrağının taşıyıcısı değil, ilerlemeden yana ve Avrupa dostu olarak tanındı. Yoksa takiye mi yapıyordu?”

Ludwigshafen'daki yangınlarla ilgili yorumlara geçelim. Frankfurter Rundschau gazetesinde şu yoruma yer veriliyor:

“Ludwigshafen yangınındaki gibi, yabancıların hayatını kaybettiği bir olay meydana geldiğinde, ırkçı saldırı şüphesi doğuyor. Bu şaşılacak bir durum değil. Zira 1993 yılında dazlakların Solingen’de bir evi ateşe vermeleri sonucu 5 kişi yaşamını yitirdi. O günden itibaren de birçok yerde Almanlar yabancılara saldırdı. Polis soruşturması başladı. Yetkililerin işlerini iyi yapmadığına dair bir izlenim de yok. Türk yetkililerin Alman soruşturma grubuna dahil olup, yaptıkları işi gözlemlemelerinin zararı yok. Ancak olay, insani bir trajedinin siyasi bir oyuna dönüşmesiyle tehlikeli bir boyut kazanabilir. Erdoğan’ın yangın mahalline yapacağı ziyaret, gövde gösterisine dönüşmemeli. Bu, Ludwigshafen kurbanlarına haksızlık anlamına gelir.”

Ludwigshafen’deki yangınla ilgili olarak Koblenz’de yayınlanan Rhein Zeitung gazetesinin yorumu ise şöyle:

“Almanlar da tedirgin. Çoğu kişi İslam kültürünün toplumsal ilişkide saldırgan bir atmosfer oluşmasına yol açacağından endişe ediyor. Minarelerin yüksekliği ya da İslamcıların ‘tehlikeleriyle’ ilgili hararetli tartışmalar bunun göstergesi. Samimi olalım: Almanya hala en büyük Müslüman azınlığı oluşturan Türklerin varlığına alışamadı. Böyle bakıldığında, Ludwigshafen'daki trajediyi önyargılarımızla yüzleşmemiz için bir fırsat olarak görebiliriz. Ren bölgesinin sanayi kenti Ludwigshafen’de şu sıra yangının çıkış nedeni araştırılıyor. Bu uzmanların görevi. Bize düşen en büyük görevse, ırkçı düşünceleri alevlendirecek kıvılcımları engellemektir.”