AB-Türkiye ilişkilerini yeniden düşünmek
22 Mayıs 2014Avrupa Parlamentosu’nun (AP) 2014-2019 yasama dönemi için 22-25 Mayıs tarihlerinde 28 AB üyesi ülkede düzenlenecek seçimlerde aşırı sağcı ve popülist partilerin zemin kazanacağına artık kesin gözüyle bakılıyor. Yeni AP’de oluşacak siyasi dengeler neredeyse donma noktasına gelmiş AB-Türkiye ilişkilerine de ister istemez olumsuz yansıyacak. Kimse kendini kandırmasın: Türkiye için yakın gelecekte AB üyeliği artık mümkün değil. Orta vadede ipotekli, uzun vadede ise tamamen konjonktüre bağlı. Öyleyse ne yapmalı? AB ve Türkiye her şeye rağmen bu durumu müşterek çıkarlar doğrultusunda lehlerine çevirebilirler mi?
Aşırı sağcı ve “AB şüphecisi” olarak adlandırılan AB karşıtlarının AP seçimlerinde zemin kazanması kuşkusuz birçok tartışmayı etkileyecek. AB’nin merkez sağ ve merkez sol partileri, Avrupa halklarının radikal partilere yönelerek verecekleri tepki karşısında bazı dosyaları ele alırken daha tereddütlü davaranacaklar. Bu dosyaların başında AB’nin genişleme süreci gelecek. Genişleme sürecinde de özellikle Türkiye parmakla gösterilecek. Türkiye’nin “asimile edilemeyeceği”, “değişik kültürden olduğu”, “demokratik olmadığı”, “coğrafi planda Avrupa’da olmadığı” gibi tezler daha yüksek sesle dillendirilecek. Aşırı sağcılar ve AB karşıtı aşırı muhafazakârlar Türkiye hakkında raporlar gündeme geldiğinde daha aktif olacak. AB ile Türkiye arasındaki Karma Parlamento Komisyonu (KPK) toplantıları eskiye nazaran daha hararetli geçecek. Hatta Türkiye karşıtları KPK içinde daha fazla yetki isteyecek. Anketler, AP seçimlerinde Yeşiller ve Liberaller gibi Ankara’nın üyelik sürecine ilke olarak sıcak bakan siyasi grupların zemin kaybedeceğini gösteriyor. Yani, AP içinde Türkiye'nin “dostu” ya da Türkiye'nin üyelik perspektifini taşıyacak vekil sayısının azalacağını da şimdiden söyleyelim.
Ankara’nın AB ile katılım müzakerelerinde 2005 yılından bu yana açabildiği fasıl sayısı 5 Kasım 2013 tarihinde açılan Bölgesel Politikalar ve Yapısal Araçların Koordinasyonu faslıyla birlikte 14’e çıktı. Müzakereye henüz açılmamış olan 19 fasıldan 16’sı Ek Protokol veya Kıbrıslı Rumların ve Fransa’nın tek taraflı blokajları nedeniyle bekletiliyor. Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili müzakereler çetin geçecek. Sonucu şimdiden kestirebilmek zor. Fransa’da ise aşırı sağcı Milli Cephe (FN) partisinin AP seçimlerinden birinci parti çıkması halinde Cumhurbaşkanı François Hollande’ın eli Türkiye konusunda zayıflamış olacak. Hollande FN'yi mazeret gösterip Sarkozy döneminde bloke edilmiş fasıllar konusunda umut vermeyebilir.
Türkiye'nin imajı Gezi'den sonra zedelendi
Öncelikle bir gerçeği hatırlatalım: Türkiye’nin, daha doğrusu Türk hükümetinin, Avrupa genelinde imajı Haziran 2013’teki Gezi Parkı olayları sonrasında olağanüstü zedelendi. Bunun üzerine bir de 17 Aralık sonrası yaşananlar eklenince Türk hükümeti AB içindeki dostlarını dahi kaybetmeye başladı. Bu imaj ancak ve ancak demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü konularında ivedi biçimde çok kapsamlı reformlara imza atılmasıyla değişebilir ve AP içinde taraftar bulabilir. Türkiye’nin şimdi yine, 10 yıl önce olduğu gibi seri reformlar gerçekleştirip herkesi şaşırtması gerekiyor. Aksi halde, gelecek 5 yılın Ankara için AP cephesinde “kayıp yıllar” olması kaçınılmaz hale gelecek.
Fakat reformlar gerçekleştirilse dahi Ankara’nın olası üyelik perspektifi, AB projesinde beklenmedik ve hiç kimsenin öngörmediği değişiklikler yaşanmadığı takdirde, 2020’li yılların ötesine itilmiş durumda. Kağıt üzerinde devam etmekte olan katılım müzakerelerini yıllar boyu sürdürülebilir kılmak imkansız. AB kurum olarak böyle bir senaryoya dayanabilecektir, ancak Ankara 10-15 yıl daha olası bir üyelik için bu şekilde bekleyebilir mi? Elbette hayır. Daha doğrusu beklenmemeli ve bu süreci her iki taraf için de avantaja dönüştürecek formüller bulunmalı. AB-Türkiye ilişkilerinde bugün her şeyden önce son yıllarda gerginleşmiş siyasi atmosferin yatıştırılması gerekiyor. Bu nedenle karşılıklı ilişkiler, elden geldiğince siyasi zeminden çekilip, özellikle ticari, ekonomik, kültürel ve bilimsel alanların ağırlık kazanacağı bir zemine yönlendirilebilir. Mevcut krize rağmen AB hala dünyanın en büyük ekonomisi ve Türkiye’nin en önemli ticari ortağı. Dış ticaretinin yaklaşık yüzde 40’lık bölümünü AB ülkeleriyle gerçekleştiren Türkiye; bugün ABD, Çin, Rusya ve İsviçre’den sonra AB’nin en önemli ticari ortağı olma özelliğine sahip.
Gümrük Birliği'nde reforma gidilmeli...
AB ile Türkiye arasındaki ticari ve ekonomik entegrasyonu derinleştirmenin yolu öncelikli olarak Gümrük Birliği’nin reforme ya da revize edilmesinden geçiyor. Gümrük Birliği’nin işleyişinde, başta transit kota, vize ve serbest ticaret anlaşmaları olmak üzere Türkiye aleyhine sorunlar yaşanmakta. Ankara, olası üyelik yolunda Gümrük Birliği’nin tarım ve hizmet sektörlerine genişletilmesini talep etmeli. Türkiye’nin AB’ye 2012 yılında tarım ürünü ihracatı 4,64 milyar dolar, tarım ürünleri ithalatı ise 2,72 milyar dolar olarak kaydedildi. Taraflar bu rakamların çok daha üstüne çıkabilecek kapasiteye sahipler.
AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) Ankara açısından çözümlenmesi gereken acil bir sorun. Türkiye’nin, AB’nin STA imzaladığı ülkelere yönelik tarifelerini AB normlarına uyumlandırma zorunluluğu var. Oysa Türkiye AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’larda müzakere dışı bırakılıyor. Bu da Ankara aleyhine asimetrik bir tablo oluşturmakta. İstatistikler, Gümrük Birliği’nin yürürlüğe girdiği 1996 yılı ile 2012 yılları arasında AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı STA’ların Türk dış ticaretini olumsuz etkilediğini gösteriyor. Ankara, Gümrük Birliği’nde revizyon ve STA’larda müzakerelere dahil edilme talepleri karşılığında, Türkiye’deki kamu ihalelerine ilişkin mevzuatında AB müktesebatı çerçevesinde yabancı şirketlere yönelik sınırlamaların kaldırılması ve iyi işleyen bir İhtilaf Çözüm Mekanizması güvencesi verebilir. İlişkiler ancak bu tür “kazan-kazan” formülü temelinde ilerleyebilir.
Türkiye üzerinden kazanmak için Türkiye'ye kazandırılabilir
AB de Türkiye ile ilişkilerinde meşhur “soft power” kavramının yaratıcısı Amerikalı jeostrateji uzmanı Joseph Nye tarafından geliştirilmiş fikirlerden esinlenebilir. Yani, Türkiye üzerinden kazanmak için Türkiye’ye kazandırabilir. AB, Türkiye ile ticari ve ekonomik entegrasyonu bugüne oranla çok daha derinleştirmenin de ötesinde Türkiye sayesinde Balkanlar, Kafkaslar ve Akdeniz havzasını da içine alacak dev bir gümrük birliği projesi yürütebilir. Türkiye de kendi içindeki siyasi sorunların üstesinden gelebildiği ölçüde AB ile ortak bölgesel projelere imza atabilir. Bu kapsamda neden AB ile Türkiye arasında Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki sorunlar konusunda bir tür stratejik savunma konseyi kurulmasın örneğin? Aynı şekilde AB ile Türkiye’nin öncülük edeceği bir Akdeniz enerji topluluğu oluşturulabilir. Türkiye Hazar Denizi’nden gelecek petrol ve doğalgaz ile yakın gelecekte tüm Akdeniz havzası için kaçınılmaz bir enerji aktörü haline gelecek.
Özetlemek gerekirse AB-Türkiye ilişkilerini sadece, yıllar sürecek katılım müzakereleri çerçevesinde, yani teknik boyutta görmekten vazgeçmek gerekiyor. Türkiye AB üyelik sürecine artık gerçekçi yaklaşmalı. Pasif aktörlükten çıkıp, AB ile geleceğine realist bir yol çizmeli. Bu sürecin teknik boyutuna saplanıp kalmamalı. Başta Türkiye olmak üzere iki tarafın da böyle bir lüksü yok. Küreselleşmenin hızla ilerlediği dünyada bölgesel planda sıkı ortaklıklara ihtiyaç var. Türkiye için AB ile ilişkilerini somut alanlarda sıkı ortaklıklar temelinde yürütmenin zamanı geldi. Ankara bu konuda dizginleri ele almaktan kaçınmayıp, AB’nin önüne “kazan-kazan” formülüne dayalı iddialı projelerle gitmeli. Türkiye'yi AB'nin gözünde daha değerli kılacak, AB pazarını Türk iş dünyasına daha fazla açacak, AB standartlarının Türkiye’de uyarlanmasını hızlandıracak ve belki de AB-Türkiye ilişkilerinin geleceğini kurtaracak formülün sırrı burada yatıyor. Üyeliğe giden yol ancak böyle hazırlanabilir.
©Deutsche Welle Türkçe
Kayhan Karaca / Strasbourg