AB denge arayışında
2 Mayıs 2017Malta’daki gayriresmi dışişleri bakanları zirvesi, Brüksel’den son günlerde gelen açıklamalar ve Merkel’in belirlediği yeni pozisyon, bu yeni politikanın ana hatları hakkında ipuçları veriyor.
1- AB, Türkiye’ye kapıyı kapatan taraf olmak istemiyor. Bunun hem pragmatik hem de değerler bağlamında nedenleri var. Bir yandan Türkiye her şeye rağmen AB için önemli bir partner ve bu partnerin Batı dünyasından uzaklaşıp Rusya’ya yaklaşması, özellikle artan Rusya tehdidi düşünüldüğünde istenmiyor. Diğer bir yandan da, her şeye rağmen yüzde 49 hayır çıkan bir ortamda, AB, demokrasiye ve demokratik değerlere bağlılığını ispatlamış böylesine büyük bir kitleye sırtını dönmek istemiyor. Hükümet, AB’nin hatalarını anladığını iddia etse de, aslında ironik bir biçimde, AB kapısının açık kalmasında hükümetin anayasa değişikliğine hayır diyenlerin payı çok büyük.
2- Türkiye ile AB arasında konu bazında işbirliği, müzakere sürecinden bağımsız bir şekilde devam edecek. Müzakere süreci resmen dondurulmamış da olsa kapalı fasılların hiç bir şekilde açılması mümkün görünmüyor. Resmen sürecin dondurulmaması ve sonlandırılmaması ise gelecek için olumlu bir adım. Bunun da ötesinde, Mogherini’nin açıklamalarıyla, çok uzun süre sonra ilk defa üst düzey bir AB yetkilisi Türkiye’ye üyelik yolunun hala açık olduğunu belirtmiş oldu. Elbette bunu yaparken de aslında AB topu Türk hükümetine atmış oldu. Üyelik konusunda ciddiyse, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü ve diğer temel haklar konusunda Türkiye’nin adım atması gerektiğini vurgulandı.
3- Hükümet tepki gösterse de, Türk demokrasisi, OHAL sürecinde yaşananlar, referandum öncesi ve referandum günü yaşananlar ve anayasa değişiklikleri ile birlikte küme düşmüş oldu. Hükümet kabul etse de etmese de Venedik Komisyonu’nun anayasa değişiklikleri ile ilgili raporu, AGİT’in referandum öncesi ve referandum günü ile ilgili gözlemci raporları ve Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) kararı bundan sonra hem Avrupa’da hem de dünyada, Türkiye ile ilgili referans kaynaklar haline gelecek. Bunun da elbette hem siyasi hem de ekonomik sonuçları olacak. Türkiye ile ilgili ortaya çıkan bu imajı değiştirmenin tek yolu da tekrar demokratik reformlara geri dönerek, özgürlükleri, yargı sistemini ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmekten geçiyor. Avrupa’yı ve Avrupa’nın dünya üzerinde demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve temel haklar ve özgürlükler konularında referans gösterilen prestijli kurumlarını suçlamak hiç bir şey değiştirmeyecek.
4- Yüzde 49, AB’nin Türkiye'ye bakışında önemli bir değişim yarattı. Martin Schulz’un “Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ibaret olmadığını anlamış olduk” sözü aslında bunu çok iyi özetliyor. Elbette Schulz ve onun gibi düşünen diğer liderlere de aslında günaydın demek lazım. Türkiye’deki fikir çeşitliliğini ve demokrasiye gönülden inanan insanların gücünü daha önce kavrayamamış olmaları, AB’yi yönetenlerin ne boyutta bir vizyon sorunu yaşadıklarını gözler önüne seriyor. Ancak geç de olsa Türkiye’nin Rusya veya İran olmadığını ve derinleşen sorunlara rağmen, Türkiye’de sağlam bir demokrasi kültürüne sahip milyonlarca insan olduğunu anlamış olmaları olumlu. Tarih, maalesef günümüz siyasetçilerinin anlamakta zorlandığı bir bilim dalı. Tarih, uzun vadeli süreçlere ve gelişmelere göre şekillenir. Bir ülkenin sorunlu bir dönemden geçmesi, o ülkenin Avrupa’nın bir parçası olup olmadığına karar vermek için yeterli bir veri olamaz. Türk toplumu, her tür zorluğa rağmen demokrasi ve demokratik değerlere sahip çıktığını ve çıkmaya devam edeceğini ispat etmiş oldu. Yüzde 49’u AB liderlerinin böyle değerlendirmesi önemli.
5- Hükümet gerekli adımları atmazsa yakın bir zamanda Türk vatandaşlarına vize serbestisi sağlanması zor görünüyor. Ancak AB liderleri, bu sürecin tamamlanmamasının Türk vatandaşlarını cezalandırmak anlamına geleceğini de artık daha net görüyorlar. “Hayır oyu verenlere vize serbestisi getirelim” gibi anlamsız öneriler bir şey ifade etmese de önümüzdeki günlerde, öğrencileri, işadamlarını, sanatçıları, gazetecileri ve sivil toplum çalışanlarını kapsayan sınırlı bir vize serbestisi gündeme gelebilir.
6- Her ne kadar genel hava Türkiye ile müzakerelerin dondurulması veya sonlandırılmasına karşı da olsa, uzun zamandır Türkiye ile müzakerelere karşı olan gruplar bu yaşananları bir fırsat olarak görüyor. Geleneksel olarak Türkiye ile müzakerelere destek vermiş olan bazı partiler de artık müzakereler konusunda oldukça şüpheci. Bu nedenle, müzakere süreci dondurulmuyor diye kesin bir çıkarım da yapmamak gerekiyor. Türkiye’nin nasıl bir tavır alacağı ve önümüzdeki sürecin, başta uyum yasaları olmak üzere, nasıl şekilleneceği, bu anlamda önemli olacak. Burada özellikle kırmızı çizgi Türkiye’deki idam tartışması. İdam cezasının geri getirilmesi sadece müzakereleri değil genel olarak Avrupa ile tüm ilişkileri donma noktasına getirebilir. Bu şekilde, Avrupa’daki Türkiye karşıtı çevrelere de, en büyük hediye verilmiş olur.
AB, Türkiye ile zorlu bir süreci yönetmek üzere zor da olsa dengeli bir politika geliştirmeye çalışıyor. Elbette her şey çok hassas dengeler üzerine oturduğundan bu süreci yönetmek kolay olmayacak. Her ne kadar Türk hükümeti de referandum sürecindeki gerginliği sona erdirecek bir yaklaşıma girmiş bile olsa, önümüzdeki süreç yeni gerginliklere gebe. Bunlardan ilki taslak metni geçtiğimiz günlerde açıklanan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu ile ilgili olacak. Bu anlamda yeni başlayan süreci AB ile Türkiye arasındaki bir normalleşme değil de gergin ve sorunlu bir dönemi karşılıklı çıkarlar doğrultusunda dengeli olarak yürütme çabası olarak değerlendirmek lazım. Bu anlamda AB olumlu adımlar atmış olsa da süreç çok zorlu olacak.
©Deutsche Welle Türkçe
Dr. Demir Murat Seyrek, Avrupa Demokrasi Vakfı Kıdemli Danışmanı