1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Oran ve Kabaoğlu: Dava, AB süreci ile çelişkili

Nihat Halıcı / DW17 Şubat 2006

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu'nda görevliyken hazırladıkları Azınlık Raporu nedeniyle hakim karşısına çıkarılan Prof. Baskın Oran ve Prof. İbrahim Kaboğlu, davanın Avrupa Birliği süreci açısından bir çelişki meydana getirdiğine dikkat çekti. DW’den Nihat Halıcı’nın haberi…

https://p.dw.com/p/AaBk

Türkiye Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun iki eski üyesi Prof.DR. Baskın Oran ve Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu’nun TCK’nın 301. maddesi gereğince yargılanıp yargılanamacaklarına ilişkin şimdi Adalet Bakanlığı’nın kararı bekleniyor. Ancak Türkiye’de Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun iki eski yöneticisi, „halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettikleri“ ve „yargıyı alenen aşağıladıkları“ gerekçeleriyle mahkeme önüne çıkarılmasına ilişkin tartışmalar sürüyor.

Nitekim, çeşitli ülkelerden 700’ü aşkın akademisyen ve aydın Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup göndererek davayı protesto etti. Profesör Kaboğlu ve Profesör Oran ise yargı aşamasına nasıl gelindiğini, iddianamede yer alan Türk ve Türkiyelilik kavramları ile davanın hukuksal temellerini Deutsche Welle Türkçe Servisi’ne değerlendirdi…

AB süreci ile çelişkili

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu eski Başkanı Profesör Dr. İbrahim Kaboğlu haklarında dava açılmasını hak etmediklerini belirterek, „Bu kurul, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde kuruldu. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi ilkeleri doğrultusunda, ayrıca Avrupa Birliği sürecinde insan haklarını geliştirmek amacıyla, resmen yasayla kuruldu. Bizim uzmanlığımız gözetilerek resmen çağrıldık ve orada tamamen düşünce özgürlüğü çerçevesinde görev yaptık. Ancak bize uygulanan işlemler, eylemler yargı önüne bizi götüren bu süreç tam bir Türkiye açısından utanç verici bir durumdur. Benim kişisel duygularım buradan okunabilir. Bu Türkiye’nin, bizim hak ettiğimiz bir durum hiç değil. Ama Türkiye’nin de hak ettiği bir durum değil. Bu aşamaya gelişinde hükümet başrol oynamıştır. Ve yargı organları da maalesef buna alet olmuşlardır. Yaşadığımız süreç budur“ diye konuştu.

Profesör Dr. Kaboğlu, davanın Avrupa Birliği süreci açısından derin bir çelişki meydana getirdiğine dikkat çekiyor. Eskiden beri düşünce özgürlüğünün suç olmaktan çıkarılmasını savunduklarını belirten Kabaoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “Avrupa Birliği sürecinde yapılan reformlarla gerçekten düşünce özgürlüğünün suç olmaktan çıkmış olduğunu düşünmekteydik. Fakat bu sürecin yeniden başlatılmış olması, yaygın bir biçimde başlatılmış olması, hele hele bizim gibi yasanın görev verdiği halde o görev doğrultusunda düşünce özgürlüğünü kullanarak ortaya koyduğumuz bir rapora karşı yapılmış olması, tabii ki derin bir çelişkiyi yansıtmaktadır Avrupa Birliği sürecinde. Ama aynı zamanda açık bir iki yüzlülüğü de beraberinde getirmektedir.“

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu eski Başkanı İbrahim Kaboğlu, yargılandıkları davanın dünyada bir benzeri olmadığını vurguluyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor: „Aynı zamanda karşılaştırmalı, Anayasa Hukuku ve insan hakları alanında çalışan, Avrupa’nın birçok üniversitesinde ders veren bir kişi olarak şunu söylüyorum: Anayasasında insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti kuralı yazan değişmez hükümler arasında yer veren ve bu doğrultuda resmi bir birim oluşturan, o çerçevede düşünce özgürlüğünü kullanarak görevini yapan bir kurulun yöneticilerini, temsilcilerini yargı önüne çıkaran ve yargılayan zannediyorum dünyada ilk ülkedir, bir başka örneğine rastlamak mümkün değildir. Bu bakımdan özellikle bu yönüyle konunun gündeme getirilmesinde, bilinmesinde, yansıtılmasında ve sorgulanmasında yarar vardır.„

“Raporu beğenmediler, dava açtılar“

Profesör Baskın Oran, raporun devlet tarafından talep edilmesine rağmen hakkında dava açıldığını söylüyor: „Bundan yaklaşık 3 sene önce fakülteye bir sarı zarf geldi. Benim uzman akademisyen sıfatıyla Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’na atandığım belirtildi. Elime de bir yönetmelik verildi. Yönetmeliğin 5’nci maddesi bize bu konularda araştırmalar yapmak, raporlar yayınlamak görevini veriyordu. Biz de ciddiye aldık, 13 tane alt komite kurduk. Bunların bir tanesinin, azınlık hakları ve kültürel haklar komitesinin başkanlığına beni getirdiler. Bir rapor yazdık. Bu raporu devlet beğenmedi şimdi aleyhimize dava açtı. Olay budur.“

Ankara Cumhuriyet Savcısı Nadi Türkaslan’ın iddianamesinde yer alan ifadelere tepki gösteren Profesör Oran şu değerlendirmeyi yapıyor: „Savcının 11 sayfalık iddianamesi var. Orada bütün bunlar eleştiriliyor. Fakat savcının şu cümle veya şu kelime Türk Ceza Kanunu’nun şu maddesine girer dediği yok. Sanki benim raporumu bir karşı raporla çürütmeye çalışıyor. Tabii tuhaf bir durum. Biz bunu eleştirdik. Dedik ki, ‘Biz bilimsel bir rapor yazdık. Savcı karşı rapor yazamaz. Savcının görevi, şu cümlede Türk Ceza Kanunu’nun şu maddesinde tekabül eden suç vardır. Bunu desin. Bunu demediği taktirde bu bir aldatmanamedir.“

Türklük – Türkiyelilik kavramları

Profesör Baskın Oran, İnsan Hakları Raporu’nun tartışılan kavramlarından Türklük ve Türkiyelilik meselesine bakış açısını şu sözlerle dile getiriyor: „Türklük-Türkiyelilik meselesi raporda çok geçiyor. Biz bunu niye söyledik? Türk dediğin zaman üst kimlik olarak Türk aynı zamanda etnik bir kimliğin adı. Halbuki Türkiyeli dediğin zaman o topraklarda yaşayanların adı. Türkiyeli üst kimliği altında bir sürü alt kimlik özgürce barınır. Türk, Kürt, Süryani, Alevi, Gürcü, Çerkez... Onun için bu kucaklayıcı bir kimliktir dedik. Biz bunu önerdik. Türkiye Cumhuriyeti bütünleşsin diye önerdik. Onlar parçalıyor diyorlar. Halbuki ben savunmamda dedim ki siz Atatürk’e hakaret ediyorsunuz. Çünkü Türkiyeli tabirini ilk kullanan, 1923 Temmuzunda bizzat kendi el yazısıyla Mustafa Kemal’dir. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanununu tadil eden ve ilk defa Türkiye’nin idari şekli cumhuriyettir diyen anayasa taslağında 12,13,14 ve 15’nci maddelerde 4 kere Türkiye kelimesini kullanmıştır. Siz Atatürk’e bölücü diyorsunuz, bana değil dedim. Bizzat bölücülüğü savcı yapıyor dedim. Çünkü memleketi asli ve tali unsurlar diye ayırıyor. Asli unsurlardan kast ettiği Müslümanlardır, tali unsurlardan bahsettiği gayrimüslimlerdir. Bir millet böyle bölünemez. Bölündüğü taktirde bölücülük buna derler.“

Baskın Oran, hakkında açılan davanın Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye’nin demokratikleşme süreciyle uyumlu olup olmadığı sorusunu, „Bazı soruların cevabı kendi içindedir. Sizin sorunuz da bunlardan bir tanesi“ diye yanıtlıyor.